Sağlık Sektöründe 65 yıl! Dr. Mücahit Atmanoğlu ile Röportaj
Atatürk’ün ölüm yıldönümü için üniversitede konuşmayı benim yapmamı istediler. Gençler yapsın istedim ama konu Atatürk olunca “hayır” da diyemedim. Orada da söyledim. Tıp talebesiydim, Atatürk’ün naaşı Etnoğrafya Müzesi’ne taşınacaktı. Ben de talebe cemiyetinde yönetimdeydim. Devlete müracaat ettik, bize 2 tren tahsis ettiler. Haydarpaşa’dan binip gittik, 2 gece trende yatıp kalktık. Ben Etnoğrafya’ya taşınmasında, müzeden kabre kadar, Atatürk’ün 100 metre arkasında 5 saate yakın yürüdüm. Allah’tan ki yürümüşüm.
Ben cerrahi ihtisası yaptım, herkes ameliyatımı seyre gelirdi. Fakat beni öyle bir yola ittiler ki, yöneticiliğe döndüm. Başhekim oldum. Genel cerrahi şefiyim, hocayım asistanlarım var. Tam ameliyata giriyorum. “Efendim Sayın Bakan arıyor, sizi Ankara’da bekliyor”. Ben aslında tıbbiyeden sonra Kanada’ya gidecektim. Ama kısmet olmadı. Ama hiç şikayetçi değilim. Çünkü geçmişimi söyle bir bakıyorum…
Mahmutçuğum, sen geleceksin diye, hala unutkanlık yok Allah’a şükür, Ne olmuşum diye kendime bir bakayım dedim.
Ben doktor oldum, cerrah oldum, başhekim oldum, imtihana girdim eğitimci oldum, şeflerin şef muavinlerinin Ankara jürisinde jüri üyesi oldum, TTB’ye girdim, 21 sene genel sekreterliğini yaptım. O zaman birlik merkezi İstanbul’daydı.
1974’te hem SSK’da başhekim, hem de genel cerrahi klinik şefliği yapmışsınız.
Ayrıca Trakya Marmara İstanbul Bölge Sağlık Müdürlüğü yaptım.
Yani yüksek sağlık şurasında bulundunuz.
Yüksek Sağlık Şurası, Atatürk zamanı kurulmuş, 3’lü kararname ve cumhurbaşkanı onayıyla seçilir. Hatta esas kararlarında ölümünde resmi merasim vardır. Çok onurlu bir görev. Türkiyede bütün tabip odalarının mahkemelerin verdiği kararlar önünüze gelir ve her toplantıda 40 dosya filan vardır. Ben o 40 dosyanın, kendi branşımın dışı dahi olsa hepsini okurdum Mahmutçuğum. Ben bir dönem yaptım, ama benden çok daha değerli doktor abilerimiz var. Onlardan birini seçin dedim Kemal Hoca’ya. Hoca bana döndü, “Sayın Atmanoğlu, sen kendini tanımıyorsun. Ben burada olduğum sürece senden başkası şuraya giremez” dedi bana.
Ben 65 yıllık hayatımda, (Mücahit Hoca burada sadece sağlık sektöründe geçirdiği yıllardan bahsediyor.) bir tek hasta bakıcıya, doktora, hemşireye, hademeye yüksek sesle konuşmadım. Bir hikaye anlatayım size. Ben Samatya’da Bölge Sağlık Müdürü’yken, 150 tane ambulansımız vardı. Bir gün idari direktör dedi ki “Hocam bir denetim yapalım, siz de gelin. Bir kontrol edelim” Ambulansları meydana dizdiler. İdare müdürünün patavatsızlığı, “Bu ne kirlilik” diye azarladı adamı. Adam da üzerine yürüdü “Ne yapıyorsunuz ki” dedi. Ben tam araya girecekken bana da sert bir şey söyledi. Ben sustum geri döndüm, odama gittim. 2 saat sonra idare müdürü geldi “Efendim disiplin kuruluna soktuk, işine son verdik” dedi. “Kim size söyledi işine son verilmesini” dedim. “Hiç düşündünüz mü, akşam ne yedi, çocuğunun istediği bir şeyi alabildi mi?” dedim. “Efendim öyle gerekiyor” dediler… aradan 2 gün geçti. Adam intihar etmeye kalkıyor diye geldiler tekrar. Hastaneye gelip gidiyormuş. Odaya çağırın dedim, geldi. Ama kendi koltuğumda oturmadım, misafir koltuğunda yanına oturdum. Hadi ben çok yorgunum bi çay içelim dedim. Yüzüme baktı, “Ben size bir terbiyesizlik yaptım, ama bir gün evvel evde yemek yoktu çocuklar açtı” dedi, saydı bir şeyler. “Senden bir isteğim var, ama bundan sonra benim istediğim gibi olacaksın” dedim. “Beni tayin edin, uzağa sürün ben yüzünüze bakamam” filan… Mahmutçuğum, ben emekli olana kadar o hastanenin en iyi adamı o oldu.
Hocam işte empati diyorlar ya…
Mahmutçuğum yönetim başka bir şey… mesela sen bana dedin ya, telefonda sana “Ne soracaksınız, ona göre hazırlanayım” dedim ben, “Yöneticiler doktor mu olmalı, idareci mi olmalı?” dedin, damarıma bastın zaten orada. O zaman hiç bir hazırlık yapmayalım, suni olmasın. Ben Mahmut Hoca ile, Efecan ile sohbetimi edeyim. Onlar oradan çıkarsınlar dedim. Sadece bazı notlar aldım.
Benim babam ordu mensubuydu. Biz hayatımızın bir çok yerini hurçlar ile yaşadım. İlkokulu Sivas’ın Divriği kazasında okudum. Nuri Demirağ Ortaokulunda. (Not: Sivas’ta 29.03.1933 tarihinde yapılan Halk Fırkası kongresinde Kaymakam Adil Özelçe tarafından bölgenin ihtiyaçları arasında gösterilerek kurulan bir okul. 1938 yılında Türkiye’de mevcut 116 ortaokul vardı. Bunlardan biri de Sivas’ın Divriği ilçesinde bulunan ve 29 Ekim 1937 yılında eğitime başlayan Nuri Demirağ Ortaokulu’ydu) Liseyi 1948’de Malatya Lisesi’nde bitirdim. 1955’te… bizim zamanımızda bir tek tıp fakültesi var. Merkez bina Süleymaniye Laleli Haseki ÇAPA… dahiliye stajımı meşhur Frank’ın (Not: Ordinaryus Prof. Dr. Alfred Erich Frank) yanında yaptım. Zuber de benim fizik hocamdı (Not: Ord. Prof. Dr. Kurt Zuber).
Frank’la bir hatıramı anlatayım. Sabah vizite çıktık, tabii biz en arkadayız. Bir hatanın başına geldik, hoca dedi ki, tercümanlar aracılığıyla konuşuyor tabii, “Bu hastanın şusu şusu vardı, bir türlü ateşini düşüremedik. Bir türlü şunu şunu yapamadık.” diye saydı. “Bir tek şey yaptık” dedi, sonra hastaya “Dilini çıkart” dedi hastaya. Döndü, “Tifo tedavisine başlayın” dedi. Ben yanımdaki başasistana sordum “Allah aşkına nasıl anladı dilinden?” dedim. “Ben de anlamadım” dedi. Gittik bir başka hastanın yanında yine aynı şey oldu. Derse geldik sonra. Otururdu hoca, ayakta duramazdı. Sorduk, nasıl yaptığını anlattı. Ben sonra o Frank’tan öğrendiklerimle Diyarbakır’da çalışırken bir çok teşhisi de onunla koydum.
Hocam bir sorum olacak, tıbbi yönünü hastanelerde hekimler yönetmeli, diğer birimlerde ise bu konuda eğitim almış kişiler bulunmalı diyorsunuz siz. Bizim İstanbul Üniversitesi, 80’li yılların ortalarında bir hastane yöneticiliği programı açtı.
Peki doçent kimdi? Hocanız…
Sizi söylemiyorum, sizi saymıyorum tabii.
Hayır beni değil, iktisattaki hocanız kimdi?
Valla hatırlamıyorum şimdi.
Dur şimdi hatırlarım, onu da anlatacaktım zaten.
O programı da siz kurdurttunuz, o zamanki düşünceniz de hastanelerde profesyonel yöneticilerin olması mıydı?
Ben tıbbiyeye gelirken, kadavra dersimiz vardı. Bize abiler dedi ki, bir mezar açarsanız. Kemikleriyle kendinizi iyi yetiştirirsiniz. Gittik, o günki aklımla, lahit açalım da bozulmasın dedik. Bir lahiti açtık. Olduğu gibi cenaze duruyor. Kemikleri aldık, çuvallara koyduk. Kafatasını da aldık. Tıbbiye de okumak kolay değildir. Şimdiki gibi değildi o zamanlar. Tramvaya bindik, Laleli’de ineceğiz. İçeriye giremedik. Bir kadın gördü bir anda “Bunlar insan kemiği taşıyor” diye bir bağırdı. Biz kendimizi dışarı attık. Geldik neyse, o kafatası nasıl açılır biliyor musun Efeciğim? Kafatasında bir çok kemik var. Onu iyice yıkadıktan sonra içine nohut veya fasülye dolduruyorsun. Foramenin altına da bir parça ağaç koyuyorsun. Bir suyun içersinde bekletiyorsun. Ertesi gün kırılmadan bütün kafatası kemikleri ayrılır. Onu tekrar temizliyorsun. Cilalıyorsun. O artık seninle mezun olana kadar çantanın içinde… ama bugün bunu bir talebe yapamaz. Ben tıbbiyeyi bitirdiğim zaman, meslek arkadaşlarım, benim dönemim Amerika’ya akımın olduğu dönem. Şimdi arkadan bu işlere başlarken Kemal Tosun’la karşılaştım. Bir yer kurmak istediğini söyledi bana. Mehmet Ali de oradandır (Not: Acıbadem Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Mehmet Ali Aydınlar) Allah rahmet eylesin Kemal ile çok çalıştık oranın kuruluşunda. Daha sonra İşletme Fakültemizin mezuniyetinde O’nun adını andım. Türkiye’ye hastane yöneticiliğini getiren kişi Kemal’dir. Peki niye Kemal’dir? Tıp öyle bir meslek ki, çağın ötesinde ilerliyor. Bu arada bir çok yeni hastalık, yeni ilaç, tedavi, araç gereç çıkıyor. Bunları yürütecek organize edecek elemana ihtiyaç var. Temelde derler ki “Bir memleketin sağlığı, o memleketin insan gücüne, ekonomik gücüne ve kültürüne bağlıdır.” Bunu hiç kafanızdan çıkarmayın. Yeniler bilmeyebilir. Artık tıp öyle bir hale gelmiş ki, simülasyonlar, robotlar, yeni keşifler… bunların hepsini bir doktora verirseniz, o doktor kendi mesleğini yapacak zamanı bulamaz. O yüzden ben de diyorum ki, hastaneyi 2’ye ayırmalı… bıçakla keser gibi değil. Bu tip işleri, hekim dışı insanlar yapmalı. Ha hekim olarak da mesleğini yapmak istemeyen çıkabilir, o tercih sebebi olmalıdır. O zaman tıp okumuş olan tercih edilmeli. Ama hekim sadece hastayla uğraşmalı. Hastanede doktor var, hemşire var, ebe var, laborant var, fizik tedavi var… 40 tane adam var. Bir orkestra düşün… başında bir maestro var. Herkes rolünü iyi ezberleyecek. Ama birinin yönetimde olması lazım. İşte doktorun rolü o maestrodur. Mezuniyette de söylediğim şudur. Sabahleyin bir hastanın odasına girdiğiniz zaman, haddizatında orada yatan hasta değil, sizsiniz. Kendine ne yapılmasını istiyorsan, hastaya da git onu yap. Bunlar Hipokrat’tan gelen temel kaideleridir. Şuraya unutmayayım diye not almıştım. Diyor ki “Ömür kısa, sanat uzun, vakit dar. Karar çok zor, deney hiç güvenli değil.” Bunu hiç bir hekim kafasından çıkarmayacak. Çünkü sağlık hizmetlerinin sunumu yani yönetimi, üretimi kadar önemlidir. Ekonomiktir, politiktir, toplumsaldır. Ve her ülkenin kendi sağlık sistemi, kendi insan gücüne, kendi mali gücüne ve kendi kültürüne bağlıdır.
Şimdi hayatımın sonuna gelirken, bakalım… 1996’da emekli olup Florence Nightingale Grubu baştabip, Genel Koordinatörlüğü, Bilim Üniversitesi’nin kuruluşunu yapmışım. Şu anda da 6-7 tane vakıfın mütevelli heyet üyesiyim. Hepsi tıpla ilgili vakıflar. Nelerdir? Türk Böbrek Vakfı, Türk Mikrocerrahi Vakfı.. en önemlilerden bir tanesi Türk Şehitleri İmar Vakfı’dır. Kültür Üniversitesi’nin de mütevelli heyetinde bulundum.
Hocam, biliyorsunuz, 1. 2. 3. basamak sağlık hizmetleri var. Ama hastalar bu basamakları atlayıp, direkt hastaneye başvuruyor. Bu konudaki görüşünüz nedir?
Sadece görüş değil, bu konuda bir şey de yaptım. Samatya’ya başhekim oldum. 12 tane polikliniğimiz var İstanbul’da. Benim kanaatim de senin düşüncen gibidir. Hastaneye herkes gelmemeli. Ben başhekim olduğumda bir çok doktor, kendine torpil bulmuş, polikliniklerde çalışıyordu. Bakan’a bir şey söyledim. O zaman Samatya’nın günlük 5000 hastası vardı. Dedim ki, doktorlardan kadrosu poliklinikte olanların hiç biri hastaneye gelmeyecek diye karar çıkarttım. N’oldu biliyor musun? O 5000 hasta, 1000’e düştü. Hakiki hastane o zaman işledi. Ben de sana diyorum ki, mutlak ve mutlaka sağlıkta bir kademe olmalı. Sorularınla hep damarıma basıyorsun bak. Bunları yazın.
Numune hastaneleri neden kurulmuş? Bana bir gerekçesini getirir misiniz dedim bir gün. Numune hastaneleri nerede var? Erzurum, Trabzon, Samsun, Diyarbakır, Sivas, Gaziantep, Adana, Ankara, Haydarpaşa (İstanbul), İzmir… 9 tane. Altında ne yazılı biliyor musun? İşte senin sorunun cevabını Atatürk söylemiş. “Bu hastanelerde genç doktorlarım, yenilikleri öğrenmek için 3 yılda bir, bir hafta çalışacaklardır. Ve ağır hastalar tedavi için büyük şehirlere gitmeyecek, en yakın bu hastaneye gidecektir.” Biz bugün bu hastanelerin çoğunu kapattık. Refik Saydam’ı kapattık. Biz senelerce yurtdışından aşı almadık. Hep salgınların içinde büyüdüm ben. Tüberküloz, tifo… ve Atatürk Heybeliada Sanatoryumunu yapmışlar. Atatürk her zaman, bireysel tedaviden çok toplumsal tedaviyi seven bir adam. Ben de öyleyim. Çok değerli bir iştir, onu herkes beceremez. Yani benim düşünce tarzım, seninle dernekte de çalıştık Efeciğim, beni uzun yıllardır tanıyorsun, ben öyle bireysel bir insan değilim. Muayenehane açmadım, açsam çok para kazanırdım. Biraz da beni bu yöne ittiler.
Peki hocam, teknoloji sürekli gelişiyor sizin de dediğiniz gibi. Röntgenler, MR’lar, bunlara göre teşhisler koyuluyor. Tabii burada hastayla olan iletişim de çok önemli. Genç hekimlere bu konuda ne önerirsiniz? Anamnez almak da bir sanat, hastayı dinlemek…
Mahmutçuğum, sen geleceksin diye bir şey yazmıştım. Ama yarım bıraktım sonra, bak okuyayım sana. Tıp dünyada en hızlı gelişen çağın ötesinde giden yeniliklerle dolu bir meslek. Bu hızlı gelişme ve değişmeler, yeni yöntemler ortaya çıkarmakta. Yetişmiş insan gücüne, daha etkin teşhis ve cihazlara, yeterli maddi kaynağa ihtiyaç var. Aratışrmacı atılımcı yenilikli, yeni yöneticiler…. demişim.
O kadar haklısın ki, ben tıbbi müdahalede doktorun hastayla temas etmesini isterim. Teknolojinin nimetlerinden faydalansınlar, ama hastadan kopmasınlar.
Bakın eskiden ihtisas imtihanına girenlerde birinci sırada genel cerrahi, sonra kardiyoloji, sonra da kadın doğum. Bunlar iyi para getiren, ama zor bölümlerdi. Şimdi n’oldu? Birinci sırada cildiye, sonra fizik tedavi, cerrahi en sonda 16. sırada. Çünkü yük ağırlaştı. Benim zamanımda ben mide ameliyatı da yapardım, safra kesesi de yapardım. Şimdi artık öyle bir hale geldi ki karaciğerle uğraşan cerrah, mideyle uğraşan cerrah.
Uzmanlaşma arttı evet.
Tıp çok hızlı gelişiyor. Bu gelişmeler karşısında tıbba yardımcı işler çıkıyor. Kardiyoloji hastasının elektrosunu doktorun çekmesine gerek yok. Orada yetişmiş eleman, elektroyu çeksin. Şimdi 65 yaşımı doldurdum da (Mücahit Hoca burada kendi yaşından değil, sektördeki “deneyim yaşı”ndan bahsediyor) bir doktor ben emekli oldum diyemez. Doktor ölene kadar doktordur. Komşuna bile yardım etmek doktorluktur. Ama cerrahi şöyle bir iştir, el titremesi denen bir şey var, cerrahide bazı işlerde ellerde titreme, unutkanlık başlıyor. İşte o hale geldiğin zaman beyin cerrahisini yapamazsın. Ama doktorluktan çekilmezsin. Genç doktorların başında hocalık yaparsın. Ama bunu yapamıyoruz Türkiye’de.
Bu arada özel hastaneler çok açıldı. Şu anda 240 tane üniversitemiz, 133 tane de tıp fakültemiz var. Mesela nerede var biliyor musunuz? Bayburt’ta tıp fakültemiz var. Yahu Allah aşkına, temel bilimleri olmayan, laboratuvarları yeni olmayan, teknolojisi yeni olmayan ve de yenilikleri görüp kongrelere gitmiş aktif olmayan elemanlarla yetişen talebeden kime hayır gelir ya. Bunu Bayburt için söylemiyorum, o bir örnek. Ama her yere fakülte açılabilir, onu bile iyi düşünmek lazım. Ama tıp fakültesi her yere açılamaz.
Peki hocam, uzun yıllar yöneticilik deneyiminiz var. Genç yöneticilere neler tavsiye edersiniz kısa satır başlıklarıyla?
Evvela, yöneticiliğin temel kaidelerini iyi bilsinler. Yöneticilikte sakin olsunlar, sinirle bağırmakla çağırmakla yöneticilik olmaz. Ama batının yönetimdeki gelişmelerini yakından takip etsinler. Çalıştıkları müesseseyi bir aile olarak kabul etsinler. Her birinin bu ailenin bir ferdi olarak görsünler. Kendilerini yetiştirsinler. Ben şu akadar yıllık hekimim, yöneticiyim olmasın. Doktor sadece hasta ve hekimle temas etsin. Hastanenin başhekimi olabilir, ama müsaade edin hastanede başka insanlar da var. Bunun bir ekip işi olduğunu özümsesinler. Karşılarındaki insanların ne istediklerini evvela hissetsinler. Daima genç elemanları yetiştirsinler, sakın ha bencillik yapmasınlar. Bir gün hayat geçecek ve o bulundukları yeri birisine bırakacaklar. Hiç olmazsa güvendikleri, bilgili, yetişmiş bir elemana bıraksınlar.
Yani yetkiyi devredecekleri elemanı yetiştirmelerini istiyorsunuz.
Bunu kesinlikle istiyorum. Yöneticilik, kıskançlık değildir. Yöneticilik yanındaki genç elemanları yetiştirmektir. Bu her yerde böyledir.
Hocam sağlık turizmi de çok gelişti biliyorsunuz. Özellikle Ortadoğu’dan, Avrupa’dan hatta Amerika’dan bile gelenler oluyor. Bu konuda bizim hastanelerdeki teşhis tedavi bakım hizmetlerinin daha mı kaliteli olduğunu, yoksa hem kaliteli hem de uygun fiyatlı olduğunu mu söyleyebiliriz? Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Bu, zannederim, bir piyasa ekonimisi. Bizim doktorlarımız, ama bütün doktorlarımız demiyorum, bir çok doktorumuz, yurtdışındaki doktorlarla aynı ayarda. Belki daha da üstünler. Çünkü devamlı yayın yapıyorlar, devamlı kongrelere gidiyorlar. Ama şimdi yeni bir yöntem başladı. Herkes yabancı ülkelerde merkezler kurdu. Oradan buraya hasta getiriyor. Bazıları oralarda hastaneler de açtı. Açıyorsunuz da, o kaliteyi o aletleri verdiğiniz zaman, o yapıyı devam ettiremezsiniz. Her şey yenileniyor. Hekim dışı elemanların iyi çalışmasıyla bazı hastanelere yurtdışından hasta geliyor. Bazıları doktoru beğendiğinden gelmiyor. Bazı şeyler biliyorum ki, Yeşilköy’de gelen hastaların fikrini değiştirmek için bekleyen ekipler var. Herkese saygım sonsuz, bütün arkadaşlar beni bilir. Ama maliyetleri de biliyorum. Ben para koyan adam değilim, benim hastanem yok. Bu maliyet değişikliği bu artışlar ile hastanelerin ayakta kalması mümkün değil. Yeni çıkan bir cihazı, yeni çıkan bir metodu hastanene getiremiyorsan nolur? En iyi sen bilirsin, söyle bana! Bir yandan da o kadar çok hastane açılıyor ki… bazen Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği.. o da bizim kadın doğum asistanımızdır. (OHSAD Başkanı Dr. Reşat Bahat) sevdiğim de bir çocuktur. Onu da söyleyeyim. Bazen nasıl böyle ayakta kalacağız diye düşünüyorum.
Hocam, aşı karşıtları ile ilgili düşünceniz denir?
Ben 4. aşımı geçen hafta yaptırdım. 2 Çin aşısı, 2 tane de Biontech. Grip aşımı her sene olurum. Ben aşıya karşı çıkan tıp insanının, tıp insanı olduğuna inanmıyorum. Yürüyüşlere katılan doktorlar görüyorum. Kabul edemiyorum bunu, inanamıyorum. Ben geçmişte bütün salgınları yaşadım. Ama devletin koyduğu bütün kurallara harfiyen riayet ettim.
Peki, halkı nasıl inandıracağız?
Halk bir acayip maalesef. Halk kültürümüz biraz geri. Söz konusu yurtdışına çıkmak olunca, herkes kuyruğa giriyor. Ama bir işleri yoksa aşıdan kaçıyorlar. İnsanlar bir garip.
Hocam, son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?
Ben her gün en az 4 gazete okurum. Her kanalın ajansını dinlerim. Ne söylüyor diye hepsine bakarım. Görüşü benim için fark etmez. Sağına soluna ortasına bakmam, ben hepsine bakarım. Doğruyu kendi kafamda bulurum. Bakıyorum 5 kanal aynı haberi farklı sunuyor.
Sosyal medya kullanmam, bak Efeciğim tuşlu telefonum var. Bu beni sevdiklerime ulaştırıyor.
Bir gün sağlık şurasında, Anadolu’nun bir kasabasında bir doktor hastayı ameliyat etmiş. Hasta ameliyattan sonra ağırlaşmış. Ama o gün de doktorun yaşgünü. Evde bir program yapmışlar. Eve telefon etmiş, “hasta ağırlaştı ben gelemiyorum. Sen misafirleri ağırla” demiş eşine. Hastaya kan verecekler. Kan bulamamışlar, kendi kanına baktırmış. Yarım kilo kendi kanından verdirmiş. Sonra da ertesi gün hasta vefat etmiş. Sağlık şurası adamı mahkemeye vermiş, bir ceza hazırlamışlar. İsim ve yer vermiyorum şu an. Ben bu dosyayı okuyunca, o doktorun cezasını kaldırttım. Sağlık Bakanlığı’ndan takdirname çıkarttırdım.
Bir gün Samatya’da bir kadını safra kesesi ameliyatına aldım. 35 yaşlarında genç bir kadın. Benim bir usulüm vardı. Ben ameliyatlar bittikten sonra, bütün hastaları gezmeden odama geçmezdim. Çıkışta yine bir hastaya uğradım. Oda kalabalık, herkes ben girince teşekkür ediyor elimi öpüyor. Hasta da oturuyor. Biraz konuştum. Döndüm çıkarken, bir çığlık… hasta öldü. Hiç paniklemedim. Hemen ameliyata alın dedim. O halde ameliyathaneye girdim, bütün dikişleri açtım. Hiç bir kanama yok. En başından beri söylemedikleri, bir kalp rahatsızlığı varmış. O arada kalp krizi geçirip vefat etmiş. O kadar üzüldüm ki…
Hocam peki tıbbi hatalar oluyor, Amerika’da yılda yüzbin kişi bu hatalardan ölüyorlar. Nasıl azaltılabilir bu hatalar?
Hata 2 şekilde olur Mahmutçuğum. Sağ yerine solu kesiyorsa doktor, onun suçunu doktora bulurum. Ameliyata giren doktor, en son anda hastanın son kontrollerini yapacak, bistüriyi sonra vuracak. Ters taraf gibi hatalar affedilemez. Ama komplikasyonları da hataya koyuyorlar. Her işte komplikasyon olur. Onu çok derinlemesine incelemek lazım.